Sağlık Bakanı’nın açıkladığına göre hastane hekimleri gece boyunca, birinci basamaktakiler ise hafta sonları da çalışacaklarmış. Hastanelerdeki yığılmaları önlemek için.
Bilinen gerçektir, düzen ve sistem hatalıysa, ne yaparsanız yapın, o bozuk zemin üzerine ancak yeni hatalar yığmakla kalırsınız. Türkiye sağlık sektöründe yıllardır olan da bu.
TÜRKİYE’NİN DÜZENİ BOZUK
Türkiye kapitalizmi hastalık üretiyor.
En çok ölüme neden olan kalp hastalıkları ile kanserleri üreten, hipertansiyon, diyabet, obezite ve sigara bağımlılığı açısından Türkiye Avrupa birincisi ya da birinciliğine oynuyor. 20 yaş üzerindeki nüfusta hipertansiyon %30, diyabet neredeyse %20, obezite %40 ve sigara bağımlılığı da %30 oranında görülüyor. Hipertansiyonluların ve diyabetlilerin %70’i hastalıklarının farkında değiller ve farkında olanların da ancak yarısı düzenli tedavi alabiliyor.
Biliyoruz ki kronik hastalıkların temel nedeni sosyoekonomik eşitsizlikler, bilgiden, paradan yoksunluk ve bütün bunların ürettiği çaresizlik hissi ile aldırmazlık tutumudur. Sigara içmenin nedeni, içinde bulunulan kötü koşullarla baş etme arayışıdır. Obezite market raflarını dolduran sağlıksız gıdaların tüketilmesinin ve hareketsizliğin sonucunda gelişir. Yoksullar açlıklarını bastırabilmek için karbonhidrata yönelirler. Kadının daha obez olmasının nedeni muhafazakarlığın onu eve kapatmasıdır.
Hal böyleyken sağlık piyasasının özel sağlık kurumlarında para vuranlar bu durumdan hiç rahatsız değiller. Onlar hastalıkların artmasıyla para kazanıyorlar. Türkiye sağlık sistemi hastalıklardan para kazanmakla meşgul olduğu için kronik hastalıklarla mücadeleye fırsat bulamıyor.
Kapitalizm, piyasa ekonomisi eşitsizliği, yoksulluğu, bilgisizliği, açlığı çözemediği için bu kronik hastalıklar ve onların üzerinde gelişen diğer sağlık sorunları sağlık kurumlarında yığılmalara neden oluyor. Aynı nedenle sağlık hizmeti hastalık yükünü azatlamak konusunda hiç işe yaramıyor, yaşam kalitesi kayıplarını engelleyemiyor.
Bu çaresizlik bozuk düzendendir.
TÜRKİYE’NİN SAĞLIK SİSTEMİ DE BOZUK
Türkiye sağlık sistemi en temel organizasyon kurallarını yaşama geçiremiyor. Eksikliklerin başında sevk sistemi geliyor.
Oysa klasik kuraldır: Birinci basamak kurumları (bugün için aile sağlığı merkezleri-ASM) ile hastaneler arasında sevk ilişkisi kurulacak. Aile hekimi hastane için kapı tutucu olacak. Halk önce bağlı olduğu ASM’ye başvuracak. ASM, bu başvuruların nedeni olan hastalıkların %90’ını çözebilecek personel ve malzeme donanımına sahip olacak. Türkiye’de bu sistem yok ve vatandaş istediği sağlık kurumuna başvurabiliyor.
Oysa, sevk sistemi hastaneler üzerindeki iş yükünü azaltacak, hastaneler böylece esas hizmet vermeleri gereken gruba odaklanabilecek ve gece çalışması gibi planlar da devre dışı kalacak.
YAPILMASI GEREKEN
Sevk sisteminin uygulanabilmesi için aile hekiminin üzerindeki iş yükünün buna göre yeniden planlanması gerekiyor. Bugün Türkiye’de bir aile hekimine bağlı olan 4000 kişilik nüfustan her gün 130 hasta çıkıyor. Bu sayı, aile hekiminde aşırı yığılmaya neden olacağı için, sevk sisteminin uygulanmasını en başında olanaksızlaştırıyor. Sonuçta 130 hastanın 60’ı (%45’i) ASM’ye başvuruyor, 70’i (%55’i) doğrudan hastanelere yöneliyor. Ama bu dağılım bile, hem ASM’ler hem de hastaneler için aşırı iş yükü yaratıyor, özellikle hastanelerdeki kuyruklar uzuyor, hasta başına ayrılabilen muayene süresi 6-7 dakikaya kadar iniyor, hasta memnuniyetsizliği gelişiyor, hasta bu nedenle hekim hekim dolaşıyor, aile hekimleri koruyucu sağlık hizmeti sunamıyor.
Gerek koşul aile hekimine bağlı nüfusu en çok 1000’e indirmektir. Küba’da bu sayı yalnızca 600’dür. Bu uygulamayla aynı anda birkaç kuş vurmak olanaklı olacak: Bir yandan aile hekimleri koruyucu sağlık hizmetlerine, hipertansiyonla, diyabetle, obeziteyle, sigarayla mücadeleye zaman ayırabilecekler. Öte yandan, sevk sistemini uygulamak olanaklı hale gelecek, çünkü 1000 kişilik nüfustan çıkacak günlük hasta sayısı 35’e inmiş olacak. Aile hekimi bu hastaların tümüne gereken zamanı ayırabilecek ve gerçekten gerek gösteren 4 tanesini hastaneye sevk edecek. Böylece hastanelerin toplam hasta yükü bugünkünün altıda birine inecek.
Sağlık Bakanlığı bu basit düzenlemeyi yapamıyor, ama sağlık emekçilerini gece ve hafta sonu çalıştırmaktan bahsedebiliyor.
Çözümsüzler. ASM ve aile hekimi sayısını artırmak zorunda kalacakları için çözümsüzler. Sevk sistemi uygulanıp, hastanelerin hasta sayısı azaldığında, hastanelerin döner sermaye geliri düşeceği, belki de bazı hastaneler batacağı için çözümsüzler. Sevk sistemi doğrudan döner sermaye, yani işletme hastane modelinin ortadan kaldırılmasını, yerine genel bütçeden finansmanı gerektirdiği için çözümsüzler.
Çözümsüzler, çünkü düzenleri kapitalizm ve sistemleri de hastanelerin işletmeleştirilmesine dayanıyor.
halkinsagligi.org - İlker Belek
Bilinen gerçektir, düzen ve sistem hatalıysa, ne yaparsanız yapın, o bozuk zemin üzerine ancak yeni hatalar yığmakla kalırsınız. Türkiye sağlık sektöründe yıllardır olan da bu.
TÜRKİYE’NİN DÜZENİ BOZUK
Türkiye kapitalizmi hastalık üretiyor.
En çok ölüme neden olan kalp hastalıkları ile kanserleri üreten, hipertansiyon, diyabet, obezite ve sigara bağımlılığı açısından Türkiye Avrupa birincisi ya da birinciliğine oynuyor. 20 yaş üzerindeki nüfusta hipertansiyon %30, diyabet neredeyse %20, obezite %40 ve sigara bağımlılığı da %30 oranında görülüyor. Hipertansiyonluların ve diyabetlilerin %70’i hastalıklarının farkında değiller ve farkında olanların da ancak yarısı düzenli tedavi alabiliyor.
Biliyoruz ki kronik hastalıkların temel nedeni sosyoekonomik eşitsizlikler, bilgiden, paradan yoksunluk ve bütün bunların ürettiği çaresizlik hissi ile aldırmazlık tutumudur. Sigara içmenin nedeni, içinde bulunulan kötü koşullarla baş etme arayışıdır. Obezite market raflarını dolduran sağlıksız gıdaların tüketilmesinin ve hareketsizliğin sonucunda gelişir. Yoksullar açlıklarını bastırabilmek için karbonhidrata yönelirler. Kadının daha obez olmasının nedeni muhafazakarlığın onu eve kapatmasıdır.
Hal böyleyken sağlık piyasasının özel sağlık kurumlarında para vuranlar bu durumdan hiç rahatsız değiller. Onlar hastalıkların artmasıyla para kazanıyorlar. Türkiye sağlık sistemi hastalıklardan para kazanmakla meşgul olduğu için kronik hastalıklarla mücadeleye fırsat bulamıyor.
Kapitalizm, piyasa ekonomisi eşitsizliği, yoksulluğu, bilgisizliği, açlığı çözemediği için bu kronik hastalıklar ve onların üzerinde gelişen diğer sağlık sorunları sağlık kurumlarında yığılmalara neden oluyor. Aynı nedenle sağlık hizmeti hastalık yükünü azatlamak konusunda hiç işe yaramıyor, yaşam kalitesi kayıplarını engelleyemiyor.
Bu çaresizlik bozuk düzendendir.
TÜRKİYE’NİN SAĞLIK SİSTEMİ DE BOZUK
Türkiye sağlık sistemi en temel organizasyon kurallarını yaşama geçiremiyor. Eksikliklerin başında sevk sistemi geliyor.
Oysa klasik kuraldır: Birinci basamak kurumları (bugün için aile sağlığı merkezleri-ASM) ile hastaneler arasında sevk ilişkisi kurulacak. Aile hekimi hastane için kapı tutucu olacak. Halk önce bağlı olduğu ASM’ye başvuracak. ASM, bu başvuruların nedeni olan hastalıkların %90’ını çözebilecek personel ve malzeme donanımına sahip olacak. Türkiye’de bu sistem yok ve vatandaş istediği sağlık kurumuna başvurabiliyor.
Oysa, sevk sistemi hastaneler üzerindeki iş yükünü azaltacak, hastaneler böylece esas hizmet vermeleri gereken gruba odaklanabilecek ve gece çalışması gibi planlar da devre dışı kalacak.
YAPILMASI GEREKEN
Sevk sisteminin uygulanabilmesi için aile hekiminin üzerindeki iş yükünün buna göre yeniden planlanması gerekiyor. Bugün Türkiye’de bir aile hekimine bağlı olan 4000 kişilik nüfustan her gün 130 hasta çıkıyor. Bu sayı, aile hekiminde aşırı yığılmaya neden olacağı için, sevk sisteminin uygulanmasını en başında olanaksızlaştırıyor. Sonuçta 130 hastanın 60’ı (%45’i) ASM’ye başvuruyor, 70’i (%55’i) doğrudan hastanelere yöneliyor. Ama bu dağılım bile, hem ASM’ler hem de hastaneler için aşırı iş yükü yaratıyor, özellikle hastanelerdeki kuyruklar uzuyor, hasta başına ayrılabilen muayene süresi 6-7 dakikaya kadar iniyor, hasta memnuniyetsizliği gelişiyor, hasta bu nedenle hekim hekim dolaşıyor, aile hekimleri koruyucu sağlık hizmeti sunamıyor.
Gerek koşul aile hekimine bağlı nüfusu en çok 1000’e indirmektir. Küba’da bu sayı yalnızca 600’dür. Bu uygulamayla aynı anda birkaç kuş vurmak olanaklı olacak: Bir yandan aile hekimleri koruyucu sağlık hizmetlerine, hipertansiyonla, diyabetle, obeziteyle, sigarayla mücadeleye zaman ayırabilecekler. Öte yandan, sevk sistemini uygulamak olanaklı hale gelecek, çünkü 1000 kişilik nüfustan çıkacak günlük hasta sayısı 35’e inmiş olacak. Aile hekimi bu hastaların tümüne gereken zamanı ayırabilecek ve gerçekten gerek gösteren 4 tanesini hastaneye sevk edecek. Böylece hastanelerin toplam hasta yükü bugünkünün altıda birine inecek.
Sağlık Bakanlığı bu basit düzenlemeyi yapamıyor, ama sağlık emekçilerini gece ve hafta sonu çalıştırmaktan bahsedebiliyor.
Çözümsüzler. ASM ve aile hekimi sayısını artırmak zorunda kalacakları için çözümsüzler. Sevk sistemi uygulanıp, hastanelerin hasta sayısı azaldığında, hastanelerin döner sermaye geliri düşeceği, belki de bazı hastaneler batacağı için çözümsüzler. Sevk sistemi doğrudan döner sermaye, yani işletme hastane modelinin ortadan kaldırılmasını, yerine genel bütçeden finansmanı gerektirdiği için çözümsüzler.
Çözümsüzler, çünkü düzenleri kapitalizm ve sistemleri de hastanelerin işletmeleştirilmesine dayanıyor.
halkinsagligi.org - İlker Belek